Beşiktaş’ta saha içi sorun ne?
Beşiktaş’a dair tam anlamıyla ikiye bölünmüşlük hakim.
Bir kesim, siyah-beyazlı ekibin çok düşük teknik direktör katkısı aldığını ve değişmesi gerektiğini savunuyor.
Bir diğer kesim, Valerien Ismael’e sabır gösterilmesi ve gerekli desteğin sağlanması halinde orta ve uzun vadede gidişatın oldukça iyi olacağını düşünüyor.
Fransız teknik direktöre ve sunulan oyuna dair genele hak verdiğim ve katılmadığım çok fazla fikre sahibim ve bunları geniş bir metinle toparlamaya karar verdim.
Yine girizgahı çok uzatmayalım, çayları koyup başlayalım.
Beşiktaş kadrosu ne ister?
Öncelikle Beşiktaş kadrosunu doğru tahlil etmemiz gerek.
Siyah-beyazlı ekip bana göre bu yaz son dönemlerin en şekil verilebilir kadrosunu kurdu.
Elbette ki her oyuncu grubu gibi bu kadronun da yapmayı vadettiği çok şey olduğu gibi yapamayacağı ya da daha az verimle yapacağı şeyler de var.
Beşiktaş’ın ideal kadrosunda ayağı ve topla çıkma kapasitesi iyi, fiziksel olarak ezilmeyen ve açık alanda da büyük zaaf göstermeyen iki stoperi var.
İlk 11’in her iki beki de savunmada zaaflı, hücuma çıkış koridoru bulduğunda ve önündeki kanatla üst üste binmediğinde verim sağlayan oyuncular.
Salih’in formunu koruduğu düzlemde orta alan oyuncularından geçiş hücumu, geçiş savunması, bağlantı ve üçüncü bölgede top trafiği alınabiliyor. Bu hattın Atiba’nın yokluğu ve Josef’in hala fiziksel olarak alıştırdığı standarttan uzak kaldığı ortamda oyunu tutamama gibi bir problemi mevcut.
Sakatlık nedeniyle tam olarak kullanılamayan Ghezzal net bir üçüncü bölge üreticisi hatta profil olarak bana göre ligin bu alanda en iyisi. Redmond iç koridoru kullanabildiği takdirde tabelaya yaklaşabilecek ancak tam olarak üzerine hücum yıkmaya değer meziyetler sunmayan, oyunun terse yıkıldığı senaryoda opsiyon olarak değerlendirilmesi gereken bir parça.
N’Koudou kağıt üzerinde kontratak opsiyonu sunan, set içerisinde açık eşleşme yakalarsa etkili olan ancak idealinin yarım seviye üzerinde dahi sırtı dönük top almak zorunda kaldığı maçlarda verimi çok düşen bir isim. Bu tip ortamlarda fırsat bulsa dahi kafasına sadece sıfıra inip içeri çevirmeyi yazıyor. Bana göre oynanan oyun hakkında en net turnusollerden biri kendisi. Bunu biraz açayım.
Oyuncunun fiziksel kapasitesine ve oyun tarzına bakarak, onun olduğu ortamda Beşiktaş’ın rakip kaleye uzak oynayabileceği sonucunu çıkarıyoruz ancak bu yalnızca planı tamamen bunun üzerine çizilmiş ve işlenmiş maçlarda geçerli oluyor. Zira N’Koudou’dan başka uzun mesafede geçişi topla sağlayacak kanat yok ve bu yük tamamen ona biniyor.
Bu senaryoda da oyuncunun karar mekanizması, topu çok değersiz kullanması gibi sorunlarla karşılaşılıyor. Topu ancak yarı alanının ortalarında kazanabilen ve bir anda rakip alana N’Koudou ile inmek isteyen anlayış, 10 topun 7’sini kötü kullanmakla sonlanıyor. Bu bana göre oyuncuyu yanlış tanımlamaktan kaynaklanan bir sorun.
En verimli olduğu döneme, 2020/2021 sezonunun son dilimine bakarak aslında tam olarak hangi ortamda net verim sağladığını görebiliriz. N’Koudou oyunu ve hücumu yöneten değil son adımında işleyen isim olabilirse zaafları örtülebiliyor. Örneğin, oyunun sağ çizgiden veya sağ içten işlendiği, haliyle savunma konsantrasyonunun buraya kaydığı ve ters tarafta boşluk oluşan senaryoda topu taç çizgisinde almak zorunda kalmıyor. Alıştığı gibi soluna çekse dahi vuruş ya da daha net pas imkanı doğuyor.
Bu nedenle, -bana göre- N’Koudou da rakip alanda oynanan bir futbol ile daha verimli hale geliyor.
Santrforların neredeyse tamamı için aynı durum geçerli. Açık alanı fiziksel olarak karşılayabilecek bir numaralı isim Muleka ancak net çalımı ya da pasörlüğü yok. Cenk Tosun en iyi döneminde bile kaleye uzak oynamayı sevmezken şu an çok ciddi sakatlıklardan çıkmış bir oyuncu olarak döndü. Weghorst da Burnley’de tam olarak takımı onu orta yuvarlak ve etrafında, 40-50 metrelik alanda enerji harcamaya mahkum ettiği için verimli olamamıştı.
Tüm bunları niye hatırladık gibi bir sorumuz var. Cevabı da basit: Beşiktaş kadrosu, savunma oyuncuları da dahil olmak üzere rakip kaleye yakın oynayabildiği bir ortamda daha verimli olacak isimlerle dolu.
Şu aşamada ikiliğin oluşma nedeni de, arka arkaya yaşanan puan kayıplarının sebebi de bunu başaramamaktan geçiyor. Ben bu durumun tercihten ziyade eksiklikten kaynaklandığına inanıyorum.
Bunun nedenlerine geçelim.
Beşiktaş neden ‘kısıtlanabilir’ bir takım oldu?
Siyah-beyazlı ekibin şu ana dek en tatmin edici maçları Karagümrük ve Sivasspor’a karşı oynandı. Her iki rakip de maçların oynandığı dönem ön alan baskısı çok düzensiz (ki Karagümrük’te hala benzer durum mevcut), set savunması da problemli ekiplerdi. Yine de oynanan kaliteli futbol doğrudan rakip profilleriyle ilintili değildi. Oyunun tam sahaya yayıldığı ve dağınık baskıdan çıkabildiği ortamı Beşiktaş gayet iyi işliyordu.
Rakipler tam olarak ceza sahası ve çevresinde karşıladığında (Ankaragücü maçı vb.) Beşiktaş’ın akışkanlığı kısıtlanıyor ancak Weghorst’la eşleşmek güçleşiyordu. Kaleye bu kadar yakın oynarken illa ki tabelaya dokunma olasılığı doğuyordu.
Ankaragücü maçının bir nebze fikir verdiği ve hala devam eden zaaf Başakşehir maçında tam olarak açığa çıktı ve o günden beri tekrarlanıyor. Beşiktaş, savunma önünde oynayan pivotuna baskı yediği zaman geriden sağlıklı çıkamıyor, yeterince iyi çıkamadığı için basit top kayıplarına ve geçiş hücumu yemeye elverişli hale geliyor, ayrıyeten rakip alana yerleşemiyor.
Valerien Ismael, topla çıkarken dört savunma oyuncusu önünde tek 6 numara konumlandırıyor. Genellikle buradaki geniş boşluğa yama yapmak için Masuaku’yu iç koridora, hatta merkeze atıyor. Ortaya kabaca aşağıdaki gibi bir yerleşim çıkıyor.
Bu yerleşim, farklı maçlarda Masuaku’nun anlık başarılı aksiyonlarını getirmekle beraber oyun genelinde tıkanıklığa sebebiyet veriyor.
Zira Beşiktaş, orta blokta sağlam bir baskı yediği ve Masuaku-Josef ikilisine yüzünü döndüremediği senaryoda oyunu bekleriyle açma fırsatını yitiriyor. Mevcut yerleşimden ötürü Rosier yeterince genişleyemiyor, Masuaku da zaten merkezde. Haliyle top Saiss’teyken N’Koudou olması gerekenden daha geri geliyor ve sırtı dönük top almak zorunda kalıyor. Bu da top kaybı, yanlış karar verme, top kaybedilmese bile çok uzun bir mesafeyi kat etme zorunluluğu gibi durumlar çıkarıyor.
Ya da herkesin diline pelesenk olan ikinci opsiyona geçiliyor: N’Koudou’ya şişir, koşsun.
Bir de daha klasik formasyon var. Bekler genişlemiş, orta alan oyuncularından biri santrfora yakın noktaya geçmiş ama savunma önünde hala tek pivot var. Bu isim zaman zaman Berkay, zaman zaman Salih ve son haftalarda da Josef oldu.
Bu senaryoda da Josef’in, Berkay’ın ya da burada oynayan herhangi bir oyuncunun tek kalmasıyla yüzleşiliyor.
Rakip takımlar bu kez kanat oyuncularını Masuaku ve Rosier’e baskıya çıkarıyor, 6 numaranın önüne ve pas kanalına birer oyuncuyu gönderiyor. 6 numara topla hep sırtı dönük buluşmak zorunda kalıyor.
Bu durum ya Trabzonspor maçında Josef’in, Başakşehir maçında Berkay’ın vb. yaptığı gibi ardı ardına top kayıpları getiriyor ya da bu oyuncular inisiyatiften uzaklaşıp topu tekrar stoperlere ve beklere çeviriyorlar. Bu kez de stoperler ve bekler olması gerekenin çok üzerinde top kullanıyor.
Elbette ki bireysel hataları bulunmakla beraber Necip’in, Masuaku’nun vb. yedirdiği gollerde ya da farklı maçlarda ayağına daha çok güvenilecek Saiss gibi isimlerin basit top kayıplarında topu çok fazla kullanmak zorunda kalmaları ve yeterince pas opsiyonu bulamamaları gibi bariz bir etmen var.
Bu etmen, arka dörtlünün topu verecek birini bulamayıp sürekli uzun oynamasını da açıklıyor.
Valerien Ismael’in “uzun top futbolu” oynatmasından şikayet ediliyor. Kendi adıma buna katılmıyorum ve bunun bir tercih değil, eksikliğin tezahürü olarak okunması gerektiğini düşünüyorum.
Bir takım uzun top ağırlıklı futbol oynayabilir. Göze hoş gelmeyebilir, benimsenmeyebilir, istenmeyebilir ancak bir tercihtir. Bu tercihi hayata geçiren takımların buna uygun plan çizmeleri gerekir.
Şampiyonlar Ligi Ön Eleme Turu’nda oynanan Fenerbahçe-Dinamo Kiev maçında Dinamo Kiev böyle bir oyun oynadı. Bir fizikli orta saha ve bir kanadın merkeze kaydığı, iki stoperin neredeyse beklerin koridoruna kadar açıldığı ve iki pivotun da baskıyı çektiği bu ortamda hem Zabarnyi’nin daha rahat uzun top atması hem de Besedin’in kenarlara kayarak Szalai’den hava topu alması amaçlandı. Belli oranda da başarıldı.
Beşiktaş topu uzun kullanırken çoğu zaman bir noktada kümelenemiyor ve hatta attığı uzun topları da baskıya karşı, isabet oranının düşeceği durumlarda kullanıyor. Weghorst’un yüksek top alma oranı oldukça fazla ancak bunları takım arkadaşlarıyla buluşturma oranı düşük, çünkü yakınlarında yeterince takım arkadaşı yok. Ayrıca bu uzun topların buluşma noktası orta yuvarlak ve çevresi oluyor, yeterince kaleye yaklaşılamıyor.
Ben bu tabloyu izlerken teknik heyetin uzun top kullanmayı özellikle tercih ettiği hissinden çok, topla yeterince akışkan çıkılamadığı için doğal bir sonuç olarak uzun top kullanıldığı hissiyatına kapılıyorum.
Böyle bir durum içinde de kendi yarı alanında yapılan basit top kayıplarının, sürekli tekrar eden pas hatalarının sadece şansla ya da konsantrasyonla ilintilendirilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
İstanbulspor maçında ev sahibi ekibin baskı merkezini bir kademe geri çekip, Beşiktaş’ı orta sahada hataya zorlayıp tekrar tekrar geçiş hücumu yakaladığı olmuştu. Zaten yay önünden atılan 3 ya da 4. frikik gole dönüşmüştü. Giresunspor maçında da öne çıkmaya çalışan ama organizasyonu yetersiz kalan bir 55 dakika izledik. Bu da aslında kendileri adına işlerin çok iyi gitmediği bir ortamda Giresunspor’a baskı kurma olanağı sağladı.
“Ismael önde pres yaptırıyordu, şimdi neden vazgeçti?”
Aslında bu biraz tercih, biraz netice.
Tercih kısmı bana göre Başakşehir maçına dayanıyor.
Ismael rakibi karşılarken Weghorst’un yanına iki kanadı ekleyip üç oyuncuyla rakibin oyun kurucularına baskı uyguluyordu. O esnada 6 numara (Berkay) iki stoperin arasına giriyor, bekler öne kayıyor ve siyah-beyazlılar rakiplerini 3-4-3 gibi karşılıyordu.
Başakşehir, üçlü baskı hattına karşı Ndayishimiye ve Duarte’nin önüne hem Mahmut’u hem Biglia’yı getirdi. İki oyuncu da sırtı dönük top alabilen, çift ayakla kullanabilen isimlerdi. Burada 4v3 ve hatta zaman zaman Volkan’ı da dahil ederek 5v3’lük sayı avantajı oluşturdular.
20-25 dakikalık pres sadece bir kez meyve verince Ismael bu baskı bloğuna Gedson’u da ekledi. 4 oyuncuya karşılık 4 eşleşme oluşturdu. Bu sefer Başakşehir uzun topla çıkmaya başladı.
Orta saha üyelerinden Berkay iki stoperin arasında, Gedson da ön alan baskısında kalıyordu. Geniş merkezde Salih tek başına kaldı. Bu da Başakşehir’in seken topları toplayabilmesine ve tempoyu düşürebilmesine sebebiyet verdi. Bir hafta sonra daha kısıtlı oyuncu kadrosuyla aynısını İstanbulspor denedi ve onlar da tempoyu aşağı çekmeyi başardı.
Bunu aşmanın kestirme bir yolu var. Berkay’ı (Josef’i) stoperlerin arasından çıkarıp seken topu rakibe bırakmamak ve hücuma geçmek. Ismael bu sorunla yüzleştiği dönemin başında bahsini ettiğim çözüm yerine baskıyı biraz geri kaydırmayı denedi. Daha sonra tekrar yüksek ön alan baskısına başvurdu ama ortaya ‘netice’ kısmı çıktı.
Rakipler topla takıntı seviyesinde ayağa çıkmak yerine kanat oyuncularına uzun top atmaya, tutabilirlerse hücum etmeye, tutamazlarsa da kalelerine uzak bir noktada kaybetmeyi göze almaya başladı. Beşiktaş topu kendi yarı alanından kazanınca hücumu örmek zorunda kaldı.
Bu da birkaç paragraf önce uzun uzun anlattığımız döngünün tekrar başlaması anlamına geldi. Masuaku’nun, Josef’in ve diğer oyuncuların konumları ve eksik kaldığına inandığım plan neticesinde sağlıklı top çıkaramama, tekrar tekrar top kayıpları, rakip kaleye yeterince yaklaşamama, doğal olarak çok önde basamama durumu…
Hocanın övgüyü en çok hak eden yönlerinin başında az sayıda düşük fizikli oyuncu seçmesi ve fizikselliğe önem vermesi geliyordu ve bunlara tamamen katılıyordum.
Ligin başında fiziksel olarak rakiplerine büyük üstünlük kuran Beşiktaş, oyununun en önemli zaafının açığa çıktığı ve buna bir türlü çözüm getiremediği son 6 haftalık dilimde topu yeterince verimli kullanamamasıyla paralel olarak düşüşler yaşamaya başladı. Sahada daha çok sprint atmak zorunda kalan ve buna bağlı olarak 5 farklı oyuncusunda adale sakatlığı meydana gelen bir ekip ortaya çıktı.
Maç içi hamleler
Oyunun temeli, takımın iskeleti ya da maç planı ne kadar arızalı olursa olsun bir teknik direktörün yaptığı hamleler her şeyi toz pembe hale getirebilir. Önümüzde defalarca kez elenmenin eşiğinden döndüğü halde oyunu müthiş okuyarak Şampiyonlar Ligi kupasına giden Ancelotti gibi bir örnek mevcut.
Beşiktaş’ın şu ana dek kenar hamlelerinde sonuç aldığı örnekler kadar yanlış okuma yaptığına inandığım durumlar da var.
Alanyaspor deplasmanında soyunma odasına 3-1 önde ve 10 kişi giden bir takım vardı. Oyun ve plan genelinde her şey harika işliyordu. Devre arasında geçişi yönetecek iki kişi (Salih-zorunluluktan Ghezzal) ve işlemesi beklenecek atlet (N’Koudou) oyundan alındı. Hücum oyuncusu kimliğindeki Boyd dahil olmak üzere oyuna giren herkes savunma gücünü artırmaya hitap eden isimlerden oluşuyordu.
Rakibi karşılamanın ve skoru korumanın çok net bir temeli var. Baskıyı kırmak için belli oranda topu alabilmek, aldığınız topla da oyunu öldürebilme ya da kontratakla rakibi geri itebilme opsiyonuna sahip olmak zorundasınız. Sürekli üzerinize gelen rakip, kötü geliyor bile olsa gole yakın olan taraftır. Baskıyı kıramayan takım kendi kalesine atabilir, penaltı yaptırabilir, duran top verebilir yahut kaliteli bir şuta engel olamayabilir. Beşiktaş da bunu yaşadı.
Takip eden ve skor gereken maçlarda düşünceyle uyumsuz hamleler ya da hamlelerle uyumsuz düşünceler meydana geldi. Örneğin Giresun’da sonradan oyuna dahil olan Ghezzal ve N’Koudou ile hakimiyetin Beşiktaş’a geçmesi beklenir ancak Beşiktaş, “Beşiktaş neden ‘kısıtlanabilir’ bir takım oldu?” başlığında değindiğim yerleşim problemi nedeniyle bu oyuncuları topla çok arkada buluşturabildi. 50-60 metreyi kat etmeye çalışırken de kaybetti.
Ismael ve ekibi, skor gereken çoğu maçta oyunu sağ-sol çizgilere yıkıp kaotik bir yapıya dönüyor. Ben buna tümüyle karşı değilim ve hatta kadronun da bunu uygulamaya elverişli olduğuna inanıyorum ama sahada doğru parçaların tutulması gerektiğini düşünüyorum. Golün geciktiği dakikalarda tüm forvetlerin sahaya atılması, bunlardan en az birinin taç çizgisine basmak zorunda kalması (Muleka, Cenk vb) ve kariyerleri boyunca yapamadıkları orta kesme göreviyle baş başa kalmaları sonuç getirmiyor, getirse de tek tük örneklerde getirecek.
Çift ayak, yüksek top, karambol, alçak topa hamle gibi çok çeşitli vuruş repertuvarına sahip, bana göre kaotik ortamı en iyi oynayan golcülerden Cenk’in yalnızca tek bir maçta 15 dakika üzeri süre alması da eldeki bir opsiyondan uzaklaşmayı getiriyor. Nitekim 15’in üzerine çıktığı tek maçta puanı getiren golü attı.
Tabii bunlar yalnızca örnek. Saymaya devam edersek olumsuz örnekleri çoğaltabiliriz, olumlulara da çok şey katabiliriz.
Ben sorunu toplanan puandan ziyade ivmede görüyorum. 10 maçta 19 puan büyük bir alarm değil ama son 5 maçta 4 puan kaybı, Ankaragücü maçını da dahil ederek son 6 maçta oyuna tam olarak hakim olamamak ve benzer şekilde kısıtlanmak, buna çok net bir çözüm getirememek ciddi bir alarm.
Bu alarmın çözümü önce birinci aşamada aranmalı. Övgüler de yergiler de detaylar üzerinden okunuyor ama oyunun temelinde, topla çıkış ve yerleşimde tahmin edilebilir olma gibi devasa bir sorun mevcut. Bu da bir rakibin ‘mentor’ görevi görmesiyle tüm lige sirayet etti.
Beşiktaş kendisini bir uzun vade takımı olarak mı tanımlıyor, bunu bilmiyorum. Bildiğim şey, kurulan kadronun kendini ve maliyetini amorti etmek için kısa vadede de sonuç vermesinin zorunlu oluşu. Üç ana parçası kiralık gelmiş, Saiss ve Ghezzal gibi pozisyonunun bayrak oyuncuları yaş almaya başlayan bir ekibin kısa vadede başarı hedeflediği düşünülür. Bunu hedeflemiyorsa anlatı ile icraat uyumsuz kalıyor.
Bu noktaya kadar sabırla okuyan, vakit ayıran, katılsa da katılmasa da içeriğe değer veren herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Yenilerinde görüşmek temennisiyle mutlu günler diliyorum.