FIFA Gelişim Direktörü Arsene Wenger’den çarpıcı açıklamalar
FIFA Gelişimi Direktörü efsane futbol adamı Arsene Wenger, beIN SPORTS’un konuğu oldu. Fransız futbol adamı beIN SPORTS’a çok özel açıklamalarda bulundu. Fransız futbol adamı KOVİD-19’un yeşil sahaya etkilerinden, yerel liglerin yayın hakları ücretine, güncel futbol takviminden futbolun 20 milyar dolar zararda olduğuna kadar birçok konuya değindi.
“Yerel Liglerin Yayın Hakları Düşecek”
Yerel liglerin yayın hakları zirvede, onlar küçülecektir. Uluslararası turnuvaların yayın haklarından ise tam olarak emin değilim. Büyümeyecekler ve hala gelişime ihtiyaç duyuyorlar ancak an itibarıyla karşılaşmakta olduğunuz ve gelecekte de karşınıza çıkacak olan temel sorun, gelir paylaşımı konusunda artan gerilim. Büyük kulüpler, “Medyanın ilgisi bizim sayemizde, o yüzden de bugüne kadar olduğu gibi küçük kulüplerle rekabet etmek yerine, pastadan daha büyük pay alan taraf olmak istiyoruz.” diyecektir ve bu durum da turnuvada gerginlik yaratacaktır. Zaten bu nedenle Avrupa Süper Ligi’ni oluşturma ve Şampiyonlar Ligi’nin formülünü değiştirme konuları masada.
“Kulüpler Devletlerin Koruması Altında”
Öyle olduğunu düşünüyorum. Yarın bir gün Real Madrid ya da Barcelona’nın battığını öngörebiliyor musunuz? Barcelona için söz konusu bile olamaz, çünkü Katalunya’yı temsil ediyor. Katalunya’da dünyaya gelen her oyuncu Barcelona forması giymeyi hayal eder. Ancak haklısınız, kulüplerin bu tarz bir açığının bulunması kabul edilemez. İmtiyaz dolu bir dünyada yaşıyor olmamız nedeniyle gelecekte insanların bize karşı isyan edecekleri düşüncesindeyim. Sahip olduğum para haricinde herhangi bir harcama yapmadığım için eleştirilmiştim, çünkü başarı insanlar için çok önemlidir ve kulüpleri iflas ettirmenizi önemsemezler, sadece büyük oyuncuların transfer edilmesini isterler.
“Dünya Futbolu 20 Milyar Dolar Zararda”
Pekala, dünya genelindeki iş hacminin yılda 45 milyarı bulduğunu söyleyebilirim. Bunun 20 milyarını kaybettik. Yani 20 milyar kadar içerideyiz, ve bu giden 20 milyar sadece ertelenmiş ödemeler ya da maaş indirimleri şeklinde geri dönebilir. Bana göre bu durum futbolu sandığınızdan daha fazla sorgulanır bir hale getiriyor, çünkü gelecekte maaş artışlarının günümüze kıyasla daha fazla olması ve bundan böyle sözleşmelere belirsizlikler içeren maddeler koymanız gerekeceğine inanıyorum, bu da demek oluyor ki sağlık, performans ve diğer nedenlerden ötürü oyuncu maaşları konusunda şimdiye kadar önerdiğimiz garanti ücretleri önermemiz mümkün olmayacak ve bu durum da futbolu derinden sorgulatacak.
“Güncel Futbol Takvimi 100 Yıl Öncesinden Kalma”
Hayır, müzakerelere daha yeni başladık, ancak Mart ayında başlanılması için dünya genelinde görüş birliğine varacağımıza inanıyorum. Bu benim hayalim, an itibarıyla pek çok destekçim yok ama Japonya’da görev yapmış olmanın avantajına sahip olduğumu düşünüyorum. Orada Mart’tan Kasım’a kadar oynadık ve harika geçti, 2018/19 sezonu şampiyonluğu gibi bir tabire bile gerek kalmıyor, çünkü şampiyonluk aynı sene içerisinde, yani 2018’de, 2019’da veya 2020’de kazanılmış oluyor. Bu durum olayı daha da basitleştiriyor. Ayrıca bu yaz tatili olgusunun da, insanların profesyonel olmadığı dönemlere dayandığını da unutmayalım, 100 yılı aşkın bir süre öncesinden söz ediyoruz. Günümüzde oyuncular sezon boyunca tatile gitmiyor, dolayısıyla dünya takvimini de bu durumla uyumlu bir hale getirmek için birilerinin elini taşın altına koyması gerektiğine inanıyorum ve uyumlu bir maç takviminin yardımıyla dünya futbolunun çok daha iyi bir şekilde organize edilebileceğini düşünüyorum. İkinci sorun ise, dünya futboluna baktığınızda Avrupa ve diğer kıtalar arasındaki ciddi uçurum. Daha fazla sayıda milli takımın Dünya Kupası’na katılması, küçük ülkelerdeki futbolun gelişimine katkı sağlayacaktır, çünkü milli takımların bu seviyede oynama konusunda imkanları daha fazla. Belki Dünya Kulüpler Şampiyonası’nın da liglerin düzenlenmesi ve kaynak oluşturulması bakımından yardımı dokunabilir, ancak buradan elde edilecek gelirin de büyük kulüplerin kasasından ziyade küçük ülkelerdeki yapı ve gelişim için kanalize edilmesi önemli.
TÜM METİN
Pekala, hoşgeldin Arsene. Bize katıldığın için teşekkürler, gerçekten de bu fırsat için ne kadar heyecan duyduğumu anlatamam. İlk soru: COVID futbolu nasıl değiştirdi?
-Fazlasıyla değiştirdi. Öncelikle, futbol sahalarında görmekten hoşlandığımız tüm muhteşem özellikler ortadan kayboldu. Futbol sahası boş kaldı. Aynı ortam yok elbette. Çocukken, ağzına kadar dolu tribünlerin önünde oynamayı hayal edersiniz, ve bir anda bomboş koltuklarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Bunu kabullenmemiz zaman aldı ancak sonunda güzel bir çekim açısı sayesinde boş tribünlerin büyük bir bölümünü görmüyoruz. Genel anlamda, bu durumun çok büyük finansal yansımaları oldu ve sürecin uzunluğu hakkında bir fikrimiz de yok. Ne zaman normal maçlarımıza geri dönebileceğiz? Bu konunun teknik adamlar için gelecek kaygısı yarattığını söyleyebilirim.
-Bu finansal yansımalar neler ve ne kadar derinlere işlemişler?
-Pekala, dünya genelindeki iş hacminin yılda 45 milyarı bulduğunu söyleyebilirim. Bunun 20 milyarını kaybettik. Yani 20 milyar kadar içerideyiz, ve bu giden 20 milyar sadece ertelenmiş ödemeler ya da maaş indirimleri şeklinde geri dönebilir. Bana göre bu durum futbolu sandığınızdan daha fazla sorgulanır bir hale getiriyor, çünkü gelecekte maaş artışlarının günümüze kıyasla daha fazla olması ve bundan böyle sözleşmelere belirsizlikler içeren maddeler koymanız gerekeceğine inanıyorum, bu da demek oluyor ki sağlık, performans ve diğer nedenlerden ötürü oyuncu maaşları konusunda şimdiye kadar önerdiğimiz garanti ücretleri önermemiz mümkün olmayacak ve bu durum da futbolu derinden sorgulatacak. Aslında ben, maç takvimini tamamıyla yeniden organize etmemiz gerektiğine inanıyorum. FIFA’da Infantino ile beraber futbolun tüm paydaşlarının katılacağı bir toplantı düzenleyerek takvim yılını baştan organize etmeye çalışıyoruz, çünkü gelecekte daha az seyahat etmek zorunda kalabileceğiniz bir durumu göz önünde bulundurarak plan yapmanız gerekiyor.
-Bu konuya bir ara verip şuna geri dönelim. Oyuncu maaşlarıyla alakalı sözlerin ilgimi çekti. Yani olabileceğin en iyisi bu, gelecekte bundan daha iyisi olmayacak. Maaşlarda kesintiler ve sınırlamalar yaşanacak. Bunu mu kastediyorsun?
-Limit olacağını sanmıyorum, ancak kesintiler olacağından eminim. Limit bana göre usulsüzlüğe teşviktir. Dünyanın dört bir yanında yatırımları bulunabilecek multimilyarder ve uluslararası mal sahiplerinin çağında yaşıyoruz. Dolayısıyla düzeni sağlamak için insanların ve tabii ki kulüplerinin de özgürlüğünü sağlamak durumundasınız. Ancak yönetim kalitesini de kontrol altında tutmanız gerekiyor. Daima beklentiler olacaktır, mesela Paris Saint-Germain. Neymar’I ellerinde tutmak istiyorlar, Mbappe’yi de tutmak isteyeceklerdir. Maaş limitiyle bu mümkün olmayacaktır.
-Yani maaş limiti konusunda tam olarak ne demek istiyorsun, eğer söylediklerini doğru anlıyorsam olay “Sana bunu ödeyeceğiz, ancak bu kadarını vereceğiz.” şeklinde mi ilerleyecek?
Tehlike tam olarak bu işte. Kontrol ve özgürlük arasındaki doğru dengenin bulunması asıl tehlike. Bence yapılabileceklerin en iyisi, maaş yüzdelerinin iş hacmine oranla sınırlandırılması olacaktır. Maaşların %60 veya %70’inin, kulüpteki toplam iş hacminin %60 veya %70’ine tekabul etmesi gibi mesela. Bu, her kulübe olası acil bir durumda ödenek yaratma imkanı tanıyacaktır.
Bence görüşün, kural koyucu şahıslar arasında fazlasıyla destek görecektir. Peki oyuncuları bunun gerekliliğine nasıl ikna edeceksin?
Bence bu bir yanılgı, çünkü oyuncular kendilerine ödeme yapamayacağınıza asla ikna olmayacaklardır, ve buna hakları da olduğunu düşünüyorum. Oyuncularınıza ödeme yaptığınızı düşünüyor olabilirsiniz ancak gerçekçi olmalısınız. Sadece sahip olduğunuz parayı harcayabilirsiniz. Gelecekte, iş hacminin düşüşünden önce ödemeyi taahhüt ettiğiniz meblaları ödemenizi mümkün kılacak net bir plan yapmanız gerekecek. Bu düşüş, yaşanacak sağlık sorunlarıyla ilişkilendirilebilir.
“Gerçekçi olun, sahip olduğunuz kadarını harcayabilirsiniz.” diyorsun, ancak futbol 20 sene boyunca gerçekçi olmadı. Hep sahip olmadığı kadarını harcadı, ayrıca kimsenin COVID’i öngördüğünü de düşünmüyorum, ancak hepimizin bir noktada işlerin dramatik bir biçimde değişeceğini tahmin ettiğine inanıyorum. Bu bağlamda kural koyucu şahısların nasıl bu denli tedbirsiz davranmalarına müsaade edildi?
-Rekabet ve kazanma arzusu yüzünden. Finansal yatırımlarla dolu iki büyük dönem olduğunu söylemek mümkün. Bunların ilki, Finansal Fair Play’den yoksun geçti – Chelsea ve Manchester City’nin yükseldiği dönem. Şimdi ise yatırım bütçeleri Finansal Fair Play’in kontrolünde bir nebze daha iyi süzgeçten geçiriliyor. İlk dönemde kulüpler her istediğini yapabiliyordu. Şimdilerde yatırım yapmak biraz daha güçleşti, ancak genel anlamda, kontrol mekanizmasının oturduğunu ve iyi yürütüldüğünü söyleyebilirim. Futbolculuk, bir meslek olarak görülmekten ziyade, git gide büyüyen medya için ilgi ve gelir kaynağı olan bir dünya sporu şeklinde değerlendirilmeli.
-Ancak artık daha fazla büyümeyecek… Bundan böyle sadece küçülecek mi peki?
-Yerel liglerin yayın hakları zirvede, onlar küçülecektir. Uluslararası turnuvaların yayın haklarından ise tam olarak emin değilim. Büyümeyecekler ve hala gelişime ihtiyaç duyuyorlar ancak an itibarıyla karşılaşmakta olduğunuz ve gelecekte de karşınıza çıkacak olan temel sorun, gelir paylaşımı konusunda artan gerilim. Büyük kulüpler, “Medyanın ilgisi bizim sayemizde, o yüzden de bugüne kadar olduğu gibi küçük kulüplerle rekabet etmek yerine, pastadan daha büyük pay alan taraf olmak istiyoruz.” diyecektir ve bu durum da turnuvada gerginlik yaratacaktır. Zaten bu nedenle Avrupa Süper Ligi’ni oluşturma ve Şampiyonlar Ligi’nin formülünü değiştirme konuları masada.
-Hazır tedbirsizlikten konu açılmışken, bu hafta Barcelona’da başkanlık koltuğu için ismi gündemde olan eski başkan Joan Laporta’nın 1 milyar dolar geliri, 1 milyar dolar gideri ve 1 milyar dolar borcu olan bir kulüp olduğuna yönelik açıklamalarını okudum. Bu sürdürülebilir bir şey değil, öyle değil mi?
-Evet, bu sürdürülebilir bir şey değil, kulüplerin politika tarafından aşağıya çekilemeyecek kadar büyük oldukları gerçeğinden bağımsız.
-Yani devletlerin koruması altında olduklarını mı kastediyorsun?
-Öyle olduğunu düşünüyorum. Yarın bir gün Real Madrid ya da Barcelona’nın battığını öngörebiliyor musunuz? Barcelona için söz konusu bile olamaz, çünkü Katalunya’yı temsil ediyor. Katalunya’da dünyaya gelen her oyuncu Barcelona forması giymeyi hayal eder. Ancak haklısınız, kulüplerin bu tarz bir açığının bulunması kabul edilemez. İmtiyaz dolu bir dünyada yaşıyor olmamız nedeniyle gelecekte insanların bize karşı isyan edecekleri düşüncesindeyim. Sahip olduğum para haricinde herhangi bir harcama yapmadığım için eleştirilmiştim, çünkü başarı insanlar için çok önemlidir ve kulüpleri iflas ettirmenizi önemsemezler, sadece büyük oyuncuların transfer edilmesini isterler.
-Bu benim bir sonraki sorum olacaktı. Eğer sahip olduğundan daha fazlasını harcamış olsaydın, günümüzde Arsenal kulübünün varlığından söz edebilir miydik?
-Hayır edemezdik, ya da finansal anlamda çok daha zayıf bir durumda olurlardı ve şunu söyleyebilirim ki, ben yönettiğim kulüpleri daima kendi kulübümmüş gibi yönettim. Dolayısıyla da bir futbol kulübü yönetmenin tek yolunun, görevdeyken kulüpte değer verdiğin her şeyin, sen ayrılırken görevi devralacak insanlar için de iyi bir şekilde bırakmak olduğuna inandım.
-Son 5 yıldaki görev süreniz boyunca karşı karşıya kaldığın eleştiriler seni ne kadar yaraladı?
-Ben de diğer herkes gibiyim elbette, nefret edilmektense sevilmeyi tercih ederim, ancak bundan daha önemli bir şey var Richard, o da doğru olduğunu bildiğin şeyi yapmak istemek.
-Sence olması gerektiği gibi mi oldu? Ayrılık zamanın doğru olduğunu düşünüyor musun?
-Bilmiyorum, ama ligi Leicester’ın arkasında ikinci sırada bitirdiğimiz 2016 senesini düşünüyorum ve şimdi baktığınızda Leicester hala ilk 4’ün içerisinde yer alıyor, o zaman da harika bir ekiplerdi ve tüm diğer takımların önündeydiler.
-Yani bazı nedenlerden ötürü haklı olduğunu hissediyorsun. Sana yaranmak adına söylemiyorum çünkü bu doğru olmaz, sen bir Arsenal taraftarısın, yaptıklarında haklı olduğunu düşünüyor musunuz?
Hayır, bakın basitçe söylemek gerekirse, ben ayrıldım. İlk geldiğim zamanlarda bir bölgeyi satın aldık, ben oraya bir antrenman sahası yaptırdım ve 1999 senesinde tüm Avrupa, kendi antrenman sahalarını inşa edebilmek için bizimkini incelemeye geldi, çünkü bu kalıcı bir şeydi ve doğal olarak insanlar bizimkinden daha büyüğünü ve daha iyisini yapmaya başladı. Sonrasında bir stadium inşa ettik, çünkü bu bize 400 milyon pound’a mal oldu ve bunu bir şekilde geri ödememiz gerekiyordu. Buna ragmen üst üste 20 sene boyunca ilk 4’ün içerisinde ve Şampiyonlar Ligi’nde yer aldık, ligi 3 kez şampiyon, 5 kez ikinci, 6 kez üçüncü, 6 kez de dördüncü sırada bitirdik. Umuyorum ki Arsenal, önümüzdeki 20 sezonun tamamında yine ilk 4’ün içerisinde ve Şampiyonlar Ligi’nde yer alır, insanlar bu duruma alışır ve kabul edilebilir bir şekilde bundan daha fazlasını isterler. Ancak futbolun içerisinde yer almış herkesin bildiği gibi, en zor olan şey istikrardır, istikrar ve kalite bir araya geldiğinde, kadronuzda istisnai futbolculara da sahipseniz, size şampiyonluklar yaşatırlar ama bana göre en zor şey istikrarı sürdürmektir, an itibarıyla bunun doğruluğunu da görebiliyoruz.
-Maç takviminin yeniden organize edilmesi konusuna geri dönelim. Bu nasıl yapılacak?
-Nasıl mı? Tam tersi yöntemler düşünülerek olabilir. Sezona 4 haftalık tatille başlayıp geriye doğru gitmek gibi mesela.
-4 haftalık tatil ne zaman olacak peki?
-Yaz aylarındaki boşlukta.
-Yazın. Yani bir Avrupa takvimi üzerinde mi çalışıyorsunuz?
-Evet.
-Dünyanın geri kalanı da bu duruma ayak uydurmak zorunda kalacak.
-Dünyanın geri kalanı da bu plan üzerinden kendi ayarlamalarını yapabilir, ya da herkesin aynı takvim yılı içerisinde oynaması en ideal çözüm olabilir, ancak an itibarıyla oyunun içerisinde yer alan etkenler bunun önünde büyük birer engel olarak duruyor, çünkü Avrupa’da yarın çıkıp da, “Ligi Mart’ta başlatıp Kasım’da bitireceğiz.” diyemezsiniz. Dünya Kupası’nı Kasım ayında düzenlemek, bunun için iyi bir fırsattı ama bu gerçekleşmeyecek, ardından yine 4 haftalık bir tatile ihtiyacınız olacak ve belki de her yerde ligleri 18’er takımla devam ettirmek durumunda kalacaksınız.
-Yani hayaliniz Katar 2022’yi baz alan ve Avrupa’daki yerel ligleri Mart ayında başlatan yeni bir maç takvimi oluşturmak mıydı?
Evet.
-Ve Kasım’da da sona erdirmek miydi?
-Evet.
-Bu plana sıcak bakan herhangi bir kesim oldu mu peki?
Hayır, müzakerelere daha yeni başladık, ancak Mart ayında başlanılması için dünya genelinde görüş birliğine varacağımıza inanıyorum. Bu benim hayalim, an itibarıyla pek çok destekçim yok ama Japonya’da görev yapmış olmanın avantajına sahip olduğumu düşünüyorum. Orada Mart’tan Kasım’a kadar oynadık ve harika geçti, 2018/19 sezonu şampiyonluğu gibi bir tabire bile gerek kalmıyor, çünkü şampiyonluk aynı sene içerisinde, yani 2018’de, 2019’da veya 2020’de kazanılmış oluyor. Bu durum olayı daha da basitleştiriyor. Ayrıca bu yaz tatili olgusunun da, insanların profesyonel olmadığı dönemlere dayandığını da unutmayalım, 100 yılı aşkın bir süre öncesinden söz ediyoruz. Günümüzde oyuncular sezon boyunca tatile gitmiyor, dolayısıyla dünya takvimini de bu durumla uyumlu bir hale getirmek için birilerinin elini taşın altına koyması gerektiğine inanıyorum ve uyumlu bir maç takviminin yardımıyla dünya futbolunun çok daha iyi bir şekilde organize edilebileceğini düşünüyorum. İkinci sorun ise, dünya futboluna baktığınızda Avrupa ve diğer kıtalar arasındaki ciddi uçurum. Daha fazla sayıda milli takımın Dünya Kupası’na katılması, küçük ülkelerdeki futbolun gelişimine katkı sağlayacaktır, çünkü milli takımların bu seviyede oynama konusunda imkanları daha fazla. Belki Dünya Kulüpler Şampiyonası’nın da liglerin düzenlenmesi ve kaynak oluşturulması bakımından yardımı dokunabilir, ancak buradan elde edilecek gelirin de büyük kulüplerin kasasından ziyade küçük ülkelerdeki yapı ve gelişim için kanalize edilmesi önemli.
-Peki, 4 haftalık bir aramız var, bu ara Temmuz’da verilecek diyelim, 1 Ağustos’ta sezon öncesi hazırlıkları için geri dönülecek, ligler oynanmaya ne zaman başlanacak? Eylül’de mi?
4 haftalık bir hazırlık dönemine ihtiyaç var.
-Yani Eylül’de mi başlanacak?
Evet, Richard. Ancak asıl söylemek istediğim şu, bu 4 haftalık süreç her oyuncu için geçerli olacak diye bir şey yok. Örneğin bu, milli takımlarıyla Dünya Kupası’na veya Avrupa Şampiyonası’na katılan tüm oyunculara, turnuvanın ardından 4 hafta izin vermeniz anlamına gelmiyor. Sonuçta sadece 2 takım finale kadar ilerleyebiliyor ve bu, 22 takımın evine daha erken dönmesi demek. Eğer siz bu süreci final gününden itibaren başlatırsanız, bu, bazı oyuncuların 7 hafta dinlenmesiyle sonuçlanır. Bu nedenle fazlasıyla karmaşık, ancak bu düzenlemenin gerekli olduğuna inanıyorum. Oyuncuların fiziksel anlamda 4 haftalık bir ara vermesi önemli. Bugüne kadar tüm bu turnuvaları düzenledik, üzerlerine yenilerini ekledik ve sonunda, “Tamam, oyunculara tatil imkanı verelim.” dendi. Evet güzel, ancak yarın öbür gün ligler başlıyor, hatta bazen Temmuz’da Dünya Kupası oynanıyor ve ligler Ağustos’ta başlıyor. Bu oyunculara nasıl 4 haftalık bir tatil verebilirsiniz ki, hazırlanamazlar, dinlenemezler. Sahada aldığınız darbelerden ötürü ideal anlamda 6 haftaya ihtiyacınız olur.
-Eğer milli turnuvalar için verilen araların tümünü sezon genelinden çıkaracak olursak, bütün milli maçların sezon sonunda 3 haftalık bir süreç içerisinde oynanmasını sağlayabilir miyiz?
Sıkıştırılmış bir şekilde mi? Aslında eleme müsabakalarının kompakt bir şekilde oynanması, tartıştığımız konulardan bir tanesi. Ekim, Kasım, Eylül, Mart ve Haziran’a bölünmelerindense, tüm eleme maçlarının tek bir aya veya Ekim ve Şubat’ta ikişer haftalık iki ayrı döneme sığdırılması, bize dört adet takvim boşluğu yaratacaktır. En ideal çözüm, tüm eleme karşılaşmalarının tek bir aya gruplanması olacaktır. Örneğin, Ekim’de eleme grubundan çıkıyorsunuz ve sezon sonunda da milli takımınızla beraber turnuvada yer alıyorsunuz, ancak bu köklü bir değişiklik değil, tümüyle bir evrim olacaktır.
-Aslında sana söyleyecektim, neden olmayacağını biliyorsun değil mi? Çünkü o kadar mantıklı ki, birileri kesin karşı çıkacaktır. Daha iki gün önce, aynı bu stüdyoda seninle, yakın arkadaşın Gerard Houllier hakkında konuşmuştuk. Kötü bir kaybeden olmanın, ilişkinizi olabildiğince iyi tutmak için motive edici bir faktöre dönüştüğünü söylemiştin. Yani bizim gördüklerimiz sadece buzdağının görünen kısmındaki dramalardı. Peki, Mourinho ve Ferguson ile durum benzer miydi? İkisine karşı veya birine karşı bir hoşlanmama durumun var mıydı?
Hayır, hayır, daha çok yapılan açıklamalar nedeniyle gerginlik vardı diyebilirim. Özellikle Ferguson ile çünkü daha çok başa baş mücadele etmiştik. Ancak bazı zamanlar vardı ki ciddi derecede gerginliğin yaşandığı…
-Gerginlik, hoşlanmamak kelimesi için kullandığın başka bir sözcük mü? Gerçek bir hoşlanmama durumu mu vardı?
Yani, daha çok bir rekabetin içinde bulunmanın getirdiği bir his. Ya sen ya o durumu. Veya kulüp bazında ya Arsenal ya da Manchester United… O yüzden tabii ki gergin geçen maçlarımız oldu. Beni tribünde dikilirken hatırlıyorsundur.
-Ve orada nereye gittiğinin fakındaydın değil mi? Tam o anda, elinden gelenin en iyisini yapman gerektiğini biliyordun
.
Evet, 50 maçlık yenilmezlik serisi yakalama fırsatını, tartışmalı bir şekilde Manchester United’a kaybetmiştik. Pizzagate maçı da keza aynı şekilde. Bütün bunlar birikip içinde kötü bir hissiyat uyandırıyor fakat zamanla yaraların iyileşiyor. Bir daha görüştüğünde ise artık saygı duymaya başlıyorsun çünkü günün sonunda rakibine her zaman saygı duymalısın. Eğer biz teknik adamlar birbirine saygı duymazsa, oyuncular bunu nasıl başarabilir ki?
-Fakat dediklerin daha çok rekabetten doğan olaylar. Mourinho ile işler daha mı kişiseldii?
Bazı zamanlar, evet ama açıkçası çok da bir önem atfetmedim çünkü günün sonunda bütün bu yaşananlar ile arama mesafe koyabiliyordum. Daha çok kulübüme odaklanıp, takım için doğru olanı yapmaya çalışıyordum. İyi dönemlerimiz oldu, daha az iyi dönemlerimiz oldu. Her teknik direktörün yaşadığı gibi aslında. Eğer içimizden birisi her maçı kazandıracak sihirli bir asa bulmuş olsaydı haberimiz olurdu. Hepimiz galibiyeti de, mağlubiyeti de tecrübe ediyoruz ve bu da işin bir parçası. Yine de kazandığında elinde olan takımlara baktığında, her zaman istisnai ve akıllı oyuncular ile çalıştığını fark ediyorsun.
-Elit bir teknik adam hangi özellikleri bünyesinde barındırır?
Her şeyden önce kendine karşı dürüst olmalı. Karakterli olmalı ki, karakterini takıma yansıtabilsin. Kafasında ne yapmak istediğine, takımı nasıl oynatmak istediğine dair net bir fikir olmalı. Bunu yaparken takımı sağlam temeller üzerine kurmalı ve bunun için anlaşılabilir bir yol izlenmeli ki takımdan istediğini alabilsin. Demek istediğim, işleri olabildiğince basit tutmam gerekirse, eğer oyuncular takımı sahiplenirse, bir menajer olarak savaşı kazandın demektir. Büyük teknik adamların inandırma ve ikna etme özelliği vardır. Şimdi ise şöyle bir değişim var; Ben İngiltere’ye ilk geldiğimde daha alt kademeleri idare ediyordum. Artık teknik adamlar üst kademeleri de idare ediyor. İşini layıkı ile yapabileceğine yönetimi ikna etmesi gerekiyor, yatırımcıları ikna etmesi gerekiyor, medyayı ikna etmesi gerekiyor. Ayrıca alt kademelere de gereken ilgiyi gösteremiyor çünkü o işi de yardımcıları üstleniyor. Haliyle teknik adamların oyuncular arasındaki kredisi ve kurduğu bağ da 20 yıl öncesine göre daha zayıf. Artık teknik adamlık daha çok üst kademeleri idare etmekle alakalı. Takımların asıl sahipleri yerine, medya ile daha çok vakit geçiriyorlar.
-Elit bir teknik adamın bir şeyler kazanması şart mı?
Bunu sormamın nedeni Pochettino Paris’e giderek ismini elit teknik adamlar arasına yazdırdı fakat kariyerinde kazandığı bir şey yok.
Daha değil ancak bu sezon belki bir şeyler kazanabilir. Bence belli bir noktada, özellikle kendi inancın doğrultusunda bir şeyler kazanmak önemli. Genele baktığımızda bir teknik adam, repütasyonunu, oyunclarının kendisine olan inancı ile beraber, kazanabileceği kupalar veya şampiyonalar ile inşa eder. Bunlar da işin bir parçası.
-David Moyes, West Ham ile harika bir sezon geçiriyor fakat daha önce kovulmanın acısını yaşamış bir teknik adam. Manchester United’dan kovuldu, Sunderland’de küme düştü ve kovuldu fakat şimdi, bir anda tekrar popüler oldu. Senin alt üst kademe metaforunu kallanmam gerekirse, kendisi; Sunderland’de göreve başlayarak resmen alt kademeyi çalıştırdı. Acaba Guardiola veya sen, kafanızdaki futbol anlayışı ile Barnsley’nin başına geçseniz başarılı olur muydunuz?
Bu tamamen Barnsley’de başarı olarak neyi kabul ettiğine bağlı. Benim için başarı, takım için ideal teknik adamı, takımı maksimum potansiyeline ulaştıracak olan kişiyi başa getirmektir. Eğer hepimiz sezon başında aynı parayı harcayıp, aldığımız 20 oyuncu ile maçları oynamaya başlarsak ancak o zaman teknik adamlar arasında bir karşılaştırma yapabilrsin. O yüzden tabii ki Manchester United’da, City’de veya Arsenal’de çalışan biri ile Barnsley’de çalışan birini karşılaştıramazsın. Peki biz bugün David Moyes’u neden konuşuyoruz? Çünkü kimse West Ham’ın 25 maç sonunda ilk 4’te yer almasını beklemiyordu. Demek ki Moyes, takımını maksimum potansiyeline ya da yakın bir seviyeye ulaştırmış. Bugünlerde insanlar buna bakıyor.
-O zaman buna göre David Moyes’a elit teknik adam diyebilir miyiz?
Evet, öyle diyebiliriz. Belki Sunderland’de de aynı performansı gösterdi ancak gereken övgüyü alamadı çünkü o takımın maksimum potansiyeli çok düşüktü.
-Peki, Guardiola’nın çalıştırdığı takımları göz önünde bulundurursak, kendisinin ayrıcalıklı bir teknik adam olduğunu söyleyebilir miyiz?
Guardiola, teknik direktörlük kariyerine Barcelona’da başladığı için zaten ayrıcalıklıydı fakat çalıştığı her yerde o kulüpleri yönetebileceğini gösterdi. O sebeple başladığı kulübün seviyesinde olduğunu hatta şimdilerde elini daha da güçlendirdiğini kanıtladığı için Guardiola’nın hakkını teslim etmek gerekir. Bugün kendisi dünya çapında tanınan ve saygı duyulan bir bir teknik adam olduğu gibi kafasındaki fikirlere de sadık bir isim. Bunu sana daha önce de söyledim. Guardiola’nın kendine has bir davranış biçimi ve karakterini yansıttığı bir tarzı var.
-Sence şartlara göre fikirlerini az da olsa değiştirmedi mi? Geçtiğimiz günlerde Louis Van Gaal’ın bir makalesini okumuştum. Kendisinden alıntı yapmam gerekirse, Guardiola’nın bir zamanlar daha umursamazca atak ettiğini, eskiden iki bekini de ileriye gönderip stoperlerini açıkta bıraktığını yazarken, şimdilerde bir bekini daha arkada konumlandırdığını belirtmiş. Artık daha dikkarli davranıyor. O sebeple Manchester City’nin bu sezon gösterdiği defans performansı ile Avrupa’nın en iyi savunma takımlarından biri haline gelmesi şans eseri olmadı. Guardiola’dan böyle bir değişim görmek çok beklenilen bir durum değil sonuçta.
Hayır çünkü bence kendisi daha çok uyum sağladı ve realist olmaya başladı. Belki biraz da işin temeline indi, topu hızlı bir şekilde geri kazanmayı ve daha az risk almaya karar verdi. Şunu da söylemeliyim ki kadrosunu iyi stoperlerle güçlendirdi. Manchester City, uzun süredir üst seviyede bir stoper arıyordu ve bulamıyordu. Bence bu sezon Ruben Dias’ı alarak harika bir iş çıkardı.
-İronik olarak senin Arsenal’de yapmamakla suçlandığın her şeyi yaptı yani.
Hayır, her zaman aradığın kalitede defans oyuncusu bulamayabilyorsun çünkü pazarda çok fazla da yok açıkçası. Manchester City’nin Kompany’den sonra onun yerini doldurmak için ne kadar süre stoper aradığına baktığımızda, Mangala gibi çok fazla oyuncu aldıklarını görürsünüz ancak aradığın kaliteyi her zaman bulamıyorsun. Günümüzde iyi bir stoper bulmak çok zor.
-Maddison mı, Grealish mi, Foden mı?
Hepsini beraber oynatırım.
-Öyle olmaz, birini seçeceksin.O zaman Grealish diyorum. Aralarındaki en olgun isimin o olduğunu düşünüyorum çünkü kendisinin karakteri de öyle. Top sürebiliyor, yavaş oynayabiliyor, hızlanıyor… Etrafındakileri oynatan bir yapıya sahip, son pası atmak için iyi bir oyun görüşü var. Bir, iki yıl önce onun özelinde hayal kırıklığına uğramıştım fakat o zamandan beri çok güçlü bir geri dönüş yaptı. O zamanlar biraz kaybolmuştu. Villa’da ilk başlandığında onun olağanüstü olduğunu düşünmüştüm. Sanırım o sezon kendisiyle kupa finalinde karşı karşıya gelmiştik. Yarı finalde Liverpool’u elemişlerdi. Kesinlikle sıra dışı bir oyuncu olduğunu düşünmüştüm. Sonrasında ortadan kayboldu fakat son iki yıldır geri döndü ve bu sene zirve sezonunu yaşıyor. Foden’da çok iyi gidiyor, bence o Grealish’ten biraz daha dikine oynayan bir oyuncu ve daha çok gol atıyor.
-Peki Maddison?
Maddison ikisinin arasında bir yerde. O bir 10 numara ve çok gelecek vaat ettiğini söylemeliyim. Bütün özelliklere sahip. Belki de hepsinin bir arada nasıl oynatılabileceklerini düşünmek gerekiyor. Bence Maddison’ın da sağlam bir karakteri var, öyle olduğu gözüküyor. Şimdiden anlaması zor belki ama biliyor musun Richard, bazı çalışmalar yaptık. 17 ile 23 yaş aralığındaki oyuncuları gözlemledik. Maddison gibi, Grealish gibi, Foden gibi yetenekli oyunculardan bahsediyorum. Hepsini bir araya koy. Misal; 15 oyuncu var. Oyuncular 20 yaşına geldiğinde grupta bir kırılma yaşanıyor. Bazıları gruptan uzaklaşıyor. Kimlerin gruptan ayrılacağını tahmin edemiyorsun. Sonra 23 yaşında, bir kırılma daha yaşanıyor ve bu gruptan çok az sayıda oyuncu en üst seviyede oynayabilecek duruma geliyor ve bu sporcuların motivasyon kalitesini veya performanslarının yoğunluğunu bilmediğin takdirde önceden kimin o elit grupta yer alacağını tahmin edemiyorsun. Çünkü oradan yollarına devam edenler, içlerindeki en iyiyi çıkarma arzusunu kaybetmemiş olanlar.
-Motivasyon kalitesi derken tavırdan mı bahsediyorsun?
Tavır, kesinlikle demek istediğim şey tavır. İyi oyuncu ile mükemmel oyuncuyu ayıran şey işte o. 22, 23 yaşında başlıyor ve süreklilik arz ediyor fakat aralarından bir kaçı sadece daha yüksek seviyeye çıkabiliyor ve mükemmel oyunculara dönüşüyorlar. Bence Maddison’da, Grealish’te, Foden’da bu gruba dahil.
-O zaman üst seviyede oynayan oyuncuların 23 yaşına kadar gereken olgunluğa ulaşmasını beklemememiz gerekiyor.
Evet, bence ayrım o yaşta gerçekleşiyor.
-O zaman Fabregas’ın 17 yaşındayken bu kadar iyi bir oyuncu olacağını nereden biliyordunuz?
Her şeyden önce Fabregas, artık kimselere öğretemeyeceğiniz özel bir vizyona sahipti. 17 yaşından önce bu vizyonu verdiniz verdiniz, yoksa artık 17, 18 ,19 fark etmez, olan olmuştur. Fabregas kendi performansını kendi kendine çok iyi değerlendirirdi ve her zaman kendisinden daha fazlasını isterdi. Ona maçta nasıl oynadığını sorduğunuzda, ‘rezalet’ cevabını alırdınız. Her zaman kendini zorlardı çünkü iyi oyuncular kendi performanslarını değerlendirirken kendilerine sert davranırlar. Çünkü futbolda… Aslında hayatın kendisinde de, o kadar çok insanla tanıştım ki, şu sonuca vardım: Bir çok insan hayatlarının erken safhalarında o kadar iyi yerlere geliyorlar ki, yaşamlarının geri kalanında daha fazlasını yapmak için çaba harcamıyorlar. Sadece çok, çok azı gidebilecekleri yere kadar gitmek için elinden geleni yapıyor. Bazen eski oyuncularımla konuşuyorum. İlk öğrencilerim şimdi biraz yaşlandı. Hayatlarına baktıklarında, daha iyi yapabilecekleri bir şey olup olmadığını sorduğumda, inan bana yüzde 95’i ‘evet, var’ diyor.
-Halen seyahat ediyor musunuz veya seyahat ettiniz mi? Halen öğreniminizi sürdürüyor musunuz?
Halen öğreniyorum. Bence hiçbir şey öğrenmeye çalışmayacağım gün kötü bir durumda olacağım.
-Modern oyun ne ölçüde akıllarda?
Modern ve eski oyun her zaman akıllarda çünkü spor, aklınızın yapmak istediklerini vücudunuzla birlikte sergilemenizi sağlar. Bunun için çok veya az bir şekilde yeteneğe sahip olabiliriz ama vücudumuz aklımızın istediklerini ortaya döker bu yüzden oyun her zaman aklımızdadır. Değişen tek şey şu an aklımız daha hızlı hareket edebiliyor ve vücudumuz daha güçlü ve daha hızlı bir yapıda, yine de sporun temelleri hiç bir zaman değişmedi.
-Bir önceki jenerasyonda oyuncular sahaya çıkardı ve o günün kendilerine neler katacağını pek de fazla düşünmezlerdi. Günümüzde hazırlık her şeyin başında geliyor, değil mi?
-Evet, ama kötü hazırlığın tehlikesi de her şeyden daha büyüktür, onu da eklemek lazım.
-Peki bunun iyi ya da kötü bir hazırlık olduğunu nasıl bilebilirsiniz?
-Çünkü günün sonunda futbol sahadaki bireysel insiyatifin önemli rol oynaması nedeniyle zengindir. Bu yüzden sizin hazırlığınız futbolcunun insiyatifini kısıtlamamalı. Rakibin şekline göre veya korkudan olabilir, günümüzde bu tip hazırlıklar mevcut. Bugünkü oyuna baktığımda oyuncuların yeteri kadar özgür bir şekilde veya inançlı bir şekilde oynayamadıklarını görüyorum. Bu yüzden mental ve taktiksel hazırlık yaparken doğru ağırlığı bulabilmek gerekiyor. Bunu da oyuncudan en iyi şekilde verim alabilmek ve bunun hiçbir zaman değişmeyeceğinden emin olmak için yapmalıyız. 49 maçlık yenilmezlik serisinden keşfettiğim şey şuydu; Richard 1.5 yıl boyunca bir maç bile kaybetmedik ve yenilme korkusu zamanla kayboldu. Kaybetme korkusu, kendini ifade etme korkusu, topa sahipken en uygun çözümü bulma korkusu.. Çünkü eğer topa sahip olursam amacım her zaman için uygun çözümü bulmaktır ve zamanla hiçbir şeyden çekinmemeye başladığınızda bu uygun çözüm doğal bir hale gelir.
-Bunun mümkün olduğunu biliyordunuz. Bu oyuncu grubunun tüm sezon boyunca yenilgisiz ilerleyebileceğini söylemiştiniz. Size bu inancı aşılayan şey neydi?
-Hiçbir zaman işimi doğru yapıp yapamadığımı bilemem. Sadece aklıma iyi bir menajer olduğumu gösterebilmek için tüm sezonu yenilgisiz olarak geçirmeliyim düşüncesini getiriyordum.
-Hedefiniz buydu. Bir avrupa kupası veya ligi kazanmak aklınızda yoktu…
-Hayır, avrupa kupası kazanmak istedim. Şampiyonlar Ligi’ni de özellikle. Fakat lig şampiyonluğunun kendi işimizin ve takımımızın gerçek kalitesini gösterebileceğini düşündüm. Ve bugün bile bu bana çok şey öğretmiş durumda. Çünkü o takım birçok menajer tarafından taktiksel şekilde öğrenim görebilirdi ama yolumuza kayıpsız bir şekilde ilerledik çünkü bir hedef belirledim. Bazen kendinize başarılması imkansız gözüken hedefler koymalısınız ve bunu yapmak için uğraşmalısınız. Eğer kendinize bu hedefleri koymazsanız başaramazsınız. Bunun matematiği budur. Bu yüzden kendinize yüksek hedefler koymaktan korkmamalısınız.
-Bill Shankly, takımı hakkında sorulan bir soruya ‘’aynı geçen sezonki gibi’’ yanıtını vermişti. Liverpool tarihinin en önemli takımlarında oynadı ve o takımlardan birisi de tüm sezon boyunca yenilgisiz bir şekilde ilerlediler. İkinci soruda da maç öncesi hazırlıklarının nasıl yapıldığına dair bir soru yöneltilmişti. Eğer korkunuzdan arınırsanız, onları korkutmak istemezsiniz, değil mi?
-Bunun hakkında çok şey duydum ve bunlar doğru değil. Organize bir şekilde hareket ettik, takım içinde dengeye sahiptik. Çok iyi bir savunma hattımız vardı. Lauren, Kolo Toure, Sol Campbell ve Ashley Cole gibi savunmacılara sahiptik. Bu savunma hattının büyük bir maliyeti vardı. Ashley Cole altyapıdan yükselmişti, Sol Campbell’i bedavaya transfer ettik, Kolo’yu 800 bin Sterline, Lauren’i de 3-3.5 milyon Sterline almıştık. Bu nedenle savunmamız fazla maliyetli değildi. Ayrıca Gilberto Silva ve Vieira gibi oyunculara sahiptik. Daha önce size dediğim gibi korku kaybolmuştu çünkü hiçbir şekilde kaybetmiyordunuz, bu nedenle korkunun oyuncular üzerinde büyük bir rolü var.
-Korku ile hazırlığı ayıran ince çizgi nerede? Takımınızla birlikte maç öncesi oturup da rakibinizin tüm güçlü yönlerini tanımladığınızda onlara korku yüklemesi yapmış olmuyor musunuz?
-Evet
-Ama böyle bir şeyi istemezsiniz.
-Kariyerimde pek çok sayıda menajer biliyorum ve bunların bazıları soyunma odasında oyuncuya sanki bir dünya şampiyonu ile oynuyormuş hissi verir, bazıları da bu gücü kafanızın içine yerleştirir ve siz de böylelikle rakibinizden daha güçlü olduğunuzu ve onları mağlup edebileceğinizi düşünürsünüz.
-Gurur duyduğunuz başarılarınıza geri dönmek istiyorum. Tüm sezon boyunca yenilgisiz olmak bu listenin en başında sanırsam..
-Tabii ki. Asla eve gitmezsiniz ve ağlarsınız, bu bir mutluluktur. Hayır, bence sadece takımınızın oynadığı oyunu izlemekten zevk alırsınız, bunu bir menajer olarak hissedemezsiniz, hep bir korkunuz olur ve ne olacağını hiçbir zaman kestiremezsiniz.
-O zaman bu sizin için de takımınız için de aynıydı.
-Aynıydı.
-Kulüpte bir korku yok muydu?
-Hayır.
-İlk başlardaki soruma geri dönecek olursam, oyunun ne kadarı akılda oynanır? Büyük ihtimalle sahada oynanandan daha fazlası..
-Söylediğim gibi aklınızdaki her şey tetikte olmalı ama aciliyetinizi ve inancınızı dengede tutmalısınız. Fakat vücudunuz aklınızın istediklerine her zaman cevap verebilmeli bu yüzden en üst seviye oyuncularınız varsa onlar da diğerlerinden daha iyi bir şekilde cevap vermeli.
-Sizce modern futbolun oyuncuları yeteri kadar bireysel sorumluluk alabiliyor mu?
-Premier League’de oynayan oyuncuları ele alırsak eğitimsel seviyede akademiden yetişmemiş oyuncularla ilerliyoruz ve a takıma yükseldiklerinde maç günleri karakterlerini ve güçlerini sahaya koyuyorlar. Kulüpler şimdilerde altyapılara çok para harcıyor. Bana kalırsa genç bir futbolcuyu desteklemekle bireysel insiyatifin cesaretlendirilmesi arasındaki denge onları destekleme lehine çok şey ifade ediyor. Bu kesin olan bir şey ve bugünlerde eğitimimiz için bireysel insiyatifleri cesaretlendirmeyi yeniden düşünmeliyiz. Bu, yüzde yüz bir şey. Birçok oyuncunun bu tip durumda neler yapacağını kesin bir biçimde tahmin edebildiğini görüyorsunuz.
-Yani gerçekten bir üretim çizgisinden kopuyorlar. Bunu mu demek istiyorsunuz?
-Sürekli kendilerine ne yapmaları gerektiği söylendiği için ve her şeyiyle başa çıkmaları gerektiği için bu kopmayı yaşıyorlar. Bugün bazı kulüpler temellere geri dönmüş durumda. Unutmamalıyız ki oyun iyi futbolcular için iyi birer antrenördür. İnsiyatif almalısınız ve neden bu topu kaybettim diye düşünmelisiniz, ayrıca doğru çözümü bulmalısınız. Mantıksız bir durumda veya topu kaybettiğinizde farklı bir şey bulup onu yapmalıyız demelisiniz. Bu tip mekanizmalar oyuncunun gelişimi için çok önemlidir.
-Bana bir zamanlar maç sonrası televizyon röportajınızda takımın duyması gereken şeyleri duymalarını amaçlamadan bir şey söylemediğinizi söylemiştiniz. Söyledikleriniz gerçekten onların duyması gerektiği için miydi?
-Evet, basın toplantılarında aslında takımınıza konuşmuş olursunuz.
-Evet, evet. Geçtiğimiz günlerde Thomas Tuchel oyuna sokup maç bitmeden yeniden oyundan aldığı Hudson-Odoi hakkında büyük bir demeç verdi. Bunun üzerine herkes bunun nedenini sorguladı. Daha önce kendinizi bu tip durumlarda bulmuş muydunuz ve bu tehlikeli bir strateji midir?
-Onun yeniden oyuncuyu kenara almasını savunurum çünkü bu bir menajerin başına gelebilir ve günün sonunda egonuzu tamir etmek maçın sonucunu tamir etmekten daha kolaydır. Yani bu dominant bir şekilde olmalıdır ama bunun nedenini açıklamak biraz fazla hassas bir durum ama kişisel olarak ben böyle bir şey hiç yapmadım. Haklı mıydı haksız mıydı? Belki kendince haklıydı ama ben genelde böyle bir şey yapmazdım.
-Fakat kendinizi de bu duruma düşürmezdiniz ve herkese bir açıklamada bulunmazdınız?
-Eğer bir oyuncu doğru bir tutumda değilse onu oyundan almanızı kabul ederim. Sonuçta böyle bir şey için maçı kaybetmemelisiniz, değil mi? Şurası kesin ki; o oyuncusunu benden daha iyi biliyor ama bütünüyle baktığınızda medya her zaman daha fazlasını ister.
-Tabii ki. Size Grealish, Foden ve Maddison’ın milli takımda aynı anda birlikte sahada olup olamayacağını sormuştum ve siz de oynayabilirler, Gareth Southgate böyle bir şey düşünebilir demiştiniz. Daha önce böyle bir lükse sahip oldunuz mu? İngiltere Milli Takımı için teklif almaya yakın oldunuz mu?
-Evet, evet. Pires, Henry..
-Hayır, hayır, hayır bunu boşverin. Bu soruyla nereye gelmek istediğimi biliyorsunuz. Daha önce İngiltere Milli Takımı’ndan teklif aldınız mı?
-Almıştım ama bazen açıklamalarınızın kurbanı olursunuz. İngiliz Milli Takımını 2-3 defa reddettim. İngiltere benim için bir futbol ülkesi ve milli takımı yalnızca İngiliz bir menajer yönetirse bir anlamı olacağı kanaatindeyim. Herhangi bir kulüpmüş gibi yönetemezsiniz. Kraliçeyi çok seviyorum ama yedek kulübesindeyken bunu yapamazdım.
-Bunca zamandan sonra kendinizi biraz İngiliz gibi hissetmiyor musunuz?
-Evet, tabii ki. Halen İngiltere’de yaşıyorum Richard. İngiltere’yi seviyorum, İngilizleri seviyorum, bazen acımasız ve agresif olabiliyorlar ama genel anlamda cesur, mücadeleye hazır, hayattan zevk almayı bilen, insanlarının dışarıya çıkıp kendilerini eğlendirebildikleri bir ülke ve yaşama dair duydukları sevgiden çok hoşlanıyorum. Futbolu icat ettikleri için de bir futbol insanı olarak onlara müteşekkir olmalıyım.
-Bizim acımasız olduğumuzu söylediniz ama biz giyotini icat etmedik, Fransızlar icat etti. Onlar bizden daha acımasızlar.
-Ah evet, evet, özür dilerim..
-17 ila 20 ve 20 ila 23 yaşları arasındaki genç futbolcuların gelişim süreçlerinden bahsettiniz. Sizce bir oyuncunun en verimli yaşı nedir ve ne zaman hiçbir şey kazanamadığında zamanın kısa olduğunun bilincine varmalı ve kendisi için en iyi opsiyonun neresi olduğunu düşünmeye başlamalı?
-Bir oyuncu 27-32 yaşları arasında en verimli dönemini geçirir. Belki 26, 27 ve 32 arası. Üretim yaptığı yerde ben buradayım, bana ihtiyacınız var der. Güçlü olduğunuzu hissettiğinizde ve birçok farklı bileşenin bir araya gelmesiyle hepsi profesyonelleşir. Her şeyi biliyorlar. Bu üçü gerçekten bizim işimiz için bir şok.
-Doğru, o zaman 28 yaşınızdaysanız en verimli yaşınızdasınız diyebilirsiniz.
-Evet, Richard eğer Dünya Kupası’nda yer alan takımlara bakarsan takım yaş ortalamasının genellikle 27-28 olduğunu görürsün. Bu yüzden her 4 yılda bir düzenlenen Dünya Kupası’nı bir kez daha kazanma şansınız çok düşüktür. Çünkü aynı oyuncular bir kez daha turnuvaya katıldıklarında 32-33 yaşlarında olurlar. Bu nedenle belki Dünya Kupası’nu her 2 yılda bir düzenlemeliyiz.
-Gerçekten mi? Her iki yılda bir?
-Evet ve Avrupa Şampiyonası da her iki yılda bir düzenlenebilir, diğer turnuvaları da kaldırırsınız. Sadece bir anlamı olan turnuvaları düzenleyip ona paralel her turnuvayı oyundan kaldırmak gerekir. İnsanlar neyin değişime açık olduğunu ve sadece bir anlamı olan oyunların oynanması gerektiğini anlamalı.
-Beni biraz şaşırttınız. En son kaldığım yerden devam etmek istiyorum. Yani 28 yaşınızdayken bir şey kazanamadıysanız, geleceğinizi dizayn etmek adına büyük bir karar vermek zorunda olur muydunuz?
-Benimle hangi noktaya varmak istediğini bilmiyorum ama..
-Vardınız. Bunun için biraz daha spesifik olmama izin verin. Harry Kane, Tottenham için oynamaktan büyük keyif alıyor. Hiçbir şey kazanabilmiş değil. Gücünün doruk noktasında. Sizce başarıya ulaşabilmesi için yaşam tarzını ve takımını değiştirmeyi düşünmeli mi?
-Tottenham şu an hırslı olabileceği bir pozisyonda. Ayrıca belki de onları bugünkü duruma göre yargılamamalıyız. Tottenham, Aralık ayında ligin zirvesindeydi. Ben Arsenal’deyken de liderlik koltuğuna oturdukları zamanlar olmuştu.
-Fakat Aralık ayında ligin zirvesinde yer aldığınızda bir şey kazanmış olmuyorsunuz değil mi?
-Bu doğru ama bunu yapmak zorunda, bu durumu değerlendirebilecek tek kişi o. Thierry Henry, Barcelona’ya gittiği dönemde bana gelip ‘’genç bir takımımız var, şu an 31 yaşındayım, artık büyük şeyler kazanamayacağımızı biliyorum çünkü şu an ligi kazanmak için takım üzerinde bir olgunluğun yok, Barcelona’ya gitmeme izin ver, şu an 31 yaşındayım, kariyerimde birkaç yılım kaldı.’’ demişti ve bunu kabul ettim. 28 yaşımızdayken gene biraz daha vaktimiz var.
-Yani Kane daha önce geleceğini düşünmediyse şu an bunu düşünmeli mi?
-Tabii ki onun gibi bir futbolcunun diğer kulüpler tarafından istenmesi çok normal, durumunu her zaman için değerlendirmek zorunda, bana kalırsa şimdiye kadar Tottenham’ın ve İngiltere Milli Takımı’nın en iyi oyuncusuydu. Onun kulübüne olan bağlılığına ve kalitesine saygı duyuyorum, bugünlerde beğendiğim bir şey de şu ki; basit bir şekilde 10 numara bölgesinde oynayabilir çünkü asistlerinin kalitesi, görüş hızı ve uzun toplardaki hızı gerçekten sıra dışı. Arsenal’deki pozisyonumu biliyorum ve Tottenham’ın Kane’i kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu biliyorum, bu konuda da bana bir şey söylemek düşmez.
-Van Persie 9.5 numara bir oyuncu olduğunu söyledi. Bu durum Kane için de geçerli mi?
-Tam bir 9 numara gibi başladı ve zamanla 9.5 numaraya evrildi. Van Persie daha çok 10.5 numara bir futbolcuydu. Oyun kurucuydu ve aynı zamanda gol de atardı. Henry takımdan ayrıldığında onu en öne koydum, kaleye daha yakın oynadı ve çok iyi bir şekilde bu görevine adapte oldu. Van Persie sıra dışı bir tekniğe sahipti.
-Çok sayıda başarıya eriştiniz ve bunlardan bir tanesinden de bahsettik, Fabregas. Theo Walcott çok genç yaşta takıma seçildi ama Harry Kane’in de üzerinde Arsenal formasının olduğu meşhur bir resmi var. Nasıl kulübün elinden kaçtı?
-Çok yanlış bir karar verdi.
-Ondan haberiniz var mıydı? Onu biliyor muydunuz veya Liam Brady’i mi suçluyorsunuz?
-Bu hikayeyi biliyorum ama çok küçük yaştaydı. 9 yaşındaydı ve babası başka bir yere taşınmıştı. Ne olduğunu tam olarak bilemiyorum ama çok küçük olduğu zamanlarda bu olay yaşandı.
-Bu yüzden elinizden kaçanlardan birisi oldu değil mi?
Bildiğiniz üzere her kulübün tarihinde elden kaçıp da dünya yıldızı haline gelen futbolcular vardır. Maalesef, hepsini kırmızı beyazlı formayı giyerken görmek isterdim.
Menajerlik kariyerinizi noktaladınız mı veya doğru bir teklif gelirse düşünür müsünüz? Milli takım antrenörlüğü de halen sizi motive edici bir durumda mı?
-Tamamiyle bırakmış değilim ama gerçek anlamda altyapılara ve Zürih’teki araştırma merkezine bir etkim olsun istiyorum. Aynı zamanda Avrupa dışında oynanan futbola da katkıda bulunmak istiyorum. Keza aynı durum Avrupa için de geçerli. Kadınlar futbolunun da büyük patlama yaptığını unutmayalım, onlar da aynı şekilde büyük bir desteğe ihtiyaç duyuyorlar.
-Son sorum, çünkü VAR’dan şimdiye kadar hiç bahsetmedik.
-Buna inanamıyorum.
-Yeniden yaptığımız tartışmaya dönersek, hayal kırıklığının izlerinin derin ve kalıcı olabileceğini söylemiştik. Stephane Henchoz’un FA CUP Finalinde elle oynamasından bahsettiniz. Şu an bile onun hakkında kızgın olduğunuzu görüyorum. Size göre bu VAR’ın doğum yeri miydi? Thierry Henry’nin Fransa Milli Takımı’ndaki golünden farklı olarak..
-Thierry Henry’nin pozisyonu da benzer. İptal edilmesi gereken bir goldü. Oyunun içinde olduğunuzda oyunun içindeki insanlarla yenilgiden zarar görenler arasında büyük bir farklılık görüyorum. Daha doğru kararların alınmasını istiyorlar, bu nedenle kaybedip kaybetmediğinizi bilmek istersiniz.
-Evet, evet, bunu anladım ama sadece bunun şimdi bile sizin canınızı sıkmış olmasını merak ediyorum.
-Hayır, bundan başka zamanlar da vardı. Yanlış kararlarla kaybetmekten acı duydum ve bundan ders de çıkardım. Kendi iyiliğiniz için yanlış kararları unutuyorsunuz. Bu kararları unutuyorsunuz. Yine de toplumun daha fazla adalet istemesini de normal buluyorum. Futbolu, yani istediğimiz bir şeyi yaşıyoruz. Futbolu düşündüğümde hayatım boyunca hayatımda aynı bir din gibi yer edindiğini görüyorum. Aynı zamanda bu futbola ahlaki sorumluluk da yüklüyor ve bunu gittikçe daha fazla görüyoruz Richard. Futbol dünyasındaki bu ağırlığın sosyal kararlara olan etkisi gün geçtikçe daha fazlalaşıyor. Rashford örneğiyle bunu gördük. Çok zor, politika ve sporun birbirinden tamamen ayrıldığı bir dönemde büyüdük. Bu dünya geride kaldı. Şimdilerde futbol, toplumun bir parçası ve ahlaki sorumluluk var. Bu yüzden FIFA’daki işimin tüm dünyada futbolun doğru bir etik anlayışla gelişebilmesi için çok önemli olduğunu düşünüyorum.
-Sizin için röportajın son 45 dakikası muhtemelen çetin geçti, benim için de büyük bir zevkti. İzleyenlerin de aynı şeyi hissetmesini istiyorum. Arsene Wenger, çok teşekkürler.
-Çok teşekkürler Richard..